Asude Usluer Uğurlu
“İspanya’da ömrü boyunca iki kere yıkanmış bir insan göremezsiniz. Türkler ise sık sık yıkanırlar. Türk hamamlarında bol su harcanır. Dünyada İstanbul kadar çeşmesi çok olan başka bir şehir yoktur.”
Evet, yanlış okumadınız; bu sözler İspanyol Pedro’ya aittir. Avrupa, temizliği ecdadımızdan, Osmanlıdan öğrenmiştir. O dönem Avrupa’sında doktorlar banyo tavsiye etmedikçe yıkanmanın sağlık açısından son derece zararlı olduğuna inanılırdı.
Dr. John “Kulaklara su kaçırmamak şartıyla sadece başınızı yıkayabilirsiniz.” diyordu.
Jean de Renoe isimli başka bir doktor “Sadece el ve ayaklarınızı yıkamanızda bir mahzur yoktur. Başa su sürmek son derece tehlikelidir. Unutmamalıdır ki başa sürülen su her türlü derdin kaynağıdır” diyordu.
Yazar Theophrashe Renaudot bu konuda daha temkinliydi. “Doktor tavsiye etmedikçe banyo yapmak sadece lüzumsuz değil tehlikelidir de… En büyük tehlikesi müstakbel annelerin karınlarındaki hayat meyvelerini yok etmesidir.”
Aziz Francis ise “Yıkanmamış vücut dindarlığın işaretidir.” diyerek yıkanan Hristiyanları neredeyse kafir ilan ediyordu.
İspanya kraliçesi İzabel ise tüm hayatında sadece iki kez yıkanmış olmasıyla gurur duyuyordu.
1500’lü yıllarda Avrupa…
1500’lü yıllarda Avrupa’da senede bir kez banyo yapılırdı. Yanlış duymadınız sadece bir kez… O da Mayıs ayında. Haziranda da evlenirlerdi. Kötü kokmamak için banyo yaptıktan hemen sonraki ay evlenilirdi.(!) Üstelik banyo su dolu bir varilin içinde sırayla yapılırdı. Yalnız dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta var ki su her seferinde yenilenmez, bütün aile aynı suyla yıkanırdı. Önce baba, sonra erkek çocuk, sonra anne, kız çocuk ve en son varsa bebek banyo yapardı. Su iyice pis olduğu için çoğu zaman bebekler banyo suyunda ölürlerdi. Hatta bundan dolayı ortaya çıkan “banyo suyuna karışıp atılan bebek” anlamında bir deyimleri de vardır.
Gelinler evlenirken bir demet çiçek almalarının sebebi de damada kötü kokmamak içindir. Sanki damat çok temizmiş gibi.
Osmanlılardan 100 yıl sonra bile sıradan evler şöyle dursun, Avrupa saraylarında bile tuvalet yoktu. İhtiyaç leğenler vasıtasıyla gideriliyordu. Bugünkü lazımlık bu sebepten icat edilmiştir. Sonra bu leğenler hizmetçiler tarafından sarayın penceresinden aşağı boşaltılıyordu. Pislik insanların kafasına düşebiliyordu. Hatta bazı kaynaklarda, şemsiyenin bu sebepten ötürü icat edildiği öne sürülür...
Pis kokuları bastırmak için parfümü icat ettiler
Saray odaları mâlum sebeple son derece pis kokuyordu. Bu yüzden oda parfümünü icat ettiler.
Sokaklar pisliklerle dolduğundan insanlar ayaklarına pislik bulaşmasın diye topuklu ayakkabıyı icat ettiler. Buna ilaveten pis kokularını bastırmak için parfümü icat ettiler. Parfüm şişelerinin üzerinde “eau de toilette” şeklinde bir yazı bulunur. “Tuvaletten sonra kullanılır” demektir. Gerçekten de parfüm yıkanmayı sevmeyen batı insanının üstüne sinen pis kokuları kısmen bertaraf etmek için icat edilmiştir. Malum her icat bir ihtiyaçtan doğar.
Yani aslında parfüm; pis insanların pis kokularını bastırmak için kullandıkları pis bir maddedir.
Osmanlının ise böyle suni kokulara ihtiyacı yoktu. Çünkü biz temizlik ve tuvalet kültürüne sahiptik. İnsanımız sık sık yıkanır, ağız kokusu için misvak kullanırdı. Yaşam alanları zaman zaman gül suyu ile yıkanırdı. “Temizlik imandandır” anlayışının bir ürünü olarak Osmanlılar bazı sanat ve estetik açıdan da şaheser olan hamamlarla şehirlerini donatırken Avrupa insanı yıkanmayı günah sayıyordu. Çünkü yıkandığı takdirde vaftizden çıktığına ve cehenneme gideceğine inanıyordu.
Bugün insanımız Avrupa’ya benzemeye çalışırken aslında Avrupa, medeniyeti bizden öğrendi.
Onlar bunu inkar etse de, biz "acaba gerçek mi?" desek de, bu böyle...
Kaynak:
İspanyol Pedro - Kanuni Devrinde İstanbul
Osmanlı Sarayları, Saray Hayatı ve Harem - Yavuz BAHADIROĞLU