İstanbul’da bulunan yüzlerce tarihî mekândan sadece birisi Çinili Köşk. Her köşesinde ayrı bir tarih kokusu duyuluyor âdeta. Günümüzde müze olarak hizmet veren Çinili Köşk’e yaptığım ziyaretten aklımda kalanları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Müzenin girişinde müze tarihi hakkında kısa bir açıklama vardı. O açıklamada yazdığına göre Çinili Köşk, Fatih Sultan Mehmet’in Topkapı Sarayında yaptırdığı ilk binaymış. Sütunlar ilk girişte dikkatimi çekti. Selçuklu mimarisinin etkisi hissediliyordu açıkça. İstanbul’daki en eski Osmanlı sivil mimarlık örneklerinden birisi olduğu yazıyordu. Eskiden Topkapı Sarayı’na bağlıyken, daha sonra Arkeoloji Müzesi’ne devredilmiş.
Mermer sütunların yerinde ahşap sütunlar varmış. Bir yangın neticesinde ahşap sütunlar yok olunca mermer sütun yapılmış. Dış cephedeki mavi çiniler de oldukça göz alıcıydı.
Köşke genel anlamda mavi tonları hâkim. İlk olarak Çanakkale çinilerini inceledim. İşlemeler oldukça etkileyici idi. İznik ve Kütahya çinileri de işlemelerle doluydu.
Bazı kaplarda gemi resmi, bazısında kuş resmi, cami resmi vardı. İlginç testiler, sürahilerle karşılaştım. Cami kandilleri de ilgi çekiciydi.
Ancak beni düşündüren nokta, bu eserlerin yenileri günümüzde süs eşyası olarak satılıyor. Ama dönemin insanları bu kaplardan yemek yiyor, su içiyormuş. Evlerimizde hiç bu tür tabak veya testilerimizin olmayışı dikkat çekiciydi.
Ayrıca ilk karşıma çıkan eserlerden biri olan mihrap, sanki canlı gibi duruyordu. Daha dün yapılmış gibi, öylece tazeliğini koruyordu. Pencere alınlıkları da işlemelerinin ışıltısıyla göz kamaştırıyordu.
Âb-ı Hayat çeşmesine gelince. Çinili Köşk’te beni kendine hayran bırakan ve gerçek mânâda beğendiğim en önemli eserdi.
Çeşmenin sağında ve solunda bulunan Osmanlıca metinlerin oluşturduğu atmosfere tam karşıdaki tavus kuşu figürü eklenince öylece bakakaldım. Tam bir sanat eseriydi. Keşke o çeşmeden hâlâ su akıyor olsa…
Âb-ı Hayat çeşmesinin beni bu kadar etkilemesinin bir nedeni de bulunduğu odanın duvarlarıydı. Çiniler üzerindeki altın işlemeler ağzımı açık bırakmıştı. Parmaklarım altın işlemeleri okşadıkça tarihi avuçlarımda hissediyordum.
Son girdiğim bölümdeki çiniler sırsızdı. Bu sebepten pek albenisi yoktu. Ama yine de tarihi açıdan geçmişi gözler önüne seriyordu. Dediğim gibi, insanlar bu kap-kacaktan su içip yemek yemişler. Bunun kalıntılarına şahit olmak ilginç bir duyguydu.
Çinili Köşk’ün bu kadar küçük olması moralimi bozmuştu. Daha büyük ve dolu dolu olmasını isterdim. Neyse ki Eski Şark Eserleri müzesini de gezerek moralimi düzeltmiştim. Belki ilerleyen yıllarda Çinili Köşk’ü daha dolu dolu görebiliriz…